Eda Demirhan's
18 Ekim 2024 Cuma
Moral Injury, Doktorluk ve İstifa
4 Kasım 2021 Perşembe
İnsan insan için mi?
Herkese merhaba,
Son dönemde yaşadığım olaylar sonrasında, keşfettiğim yeni konseptler beni bir konuyu sorgulamaya ve bununla ilgili yazmaya itti. Yazarak düşündüğüm için belki de bu konulardaki fikrimi merak ettim.
İnsan insan için midir?
Kimse görmezken yaptığımız davranışlarımız bizim için değerli, yalnızca kendimiz için evet, ama yine bu davranışlarla oluşturduğumuz kişiliğimiz aslında diğer insanlar için değil midir? İnsan doğası gereği sosyal bir canlı, iletişimsiz insan gerçekten varolmuş mudur sorusu ben farketmesem de kafamı kurcalayan bir soru oldu benim için hep. İletişim doğası gereği aslında çift taraflı ve herkes karşıdaki için kendi payına düşeni yaparak bunu oluşturuyor. Kişiliklerimiz ve kim olduğumuz da her zaman karşımızdaki, iletişimde olduğumuz insanın bizi nasıl gördüğüne ve nasıl anladığına dayanıyor. İnsan algılayış biçimini de kendisi seçemediği için (tabikii geliştirebilir ve yönlendirebilir fakat genel olarak insanoğlunun kontrol edebildiği bir kavram olduğunu düşünmüyorum bunun) sonuç olarak aslında kimse nasıl biri "olduğunu" kontrol edememiş oluyor. Yalnızca kendimiz için kimiz, bu soruyu içi rahat bir şekilde cevaplayabilmek için kendi algısını mutlu edebilmek için özelliklere ve davranışlara bürünüyor insan. Kimsenin görmediği, haberinin olmayacağı, bilemeyeceği davranışlarını da bununla, ve bu davranışların kendisine eklediği kişiliğin gün geldiğinde o sosyal iletişimi yaşadığında diğer insanlara bilinç üzerinden veya altından yansıyayacağı umuduyla (belki bilerek belki bilmeyerek) yapıyor.
Hepimiz, aynı basit fizyolojik insan canlısının, doğup büyürken edindiği düşünceler ve dünya algıları sonucu kendisini ne sandığı veya ne olmak istediği üzerine biçimlendirdiği farklı modifikasyonlara sokulmuş örnekleriyiz. Aslında özünde insan, bir kedi nasıl diğer tüm kedilerle aynı ise, öyle aynı. Sadece bilinç ve kognisyonun gelişmişliği dolayısıyla kendini modifiye etme becerisini kazanmış versiyonlarız. Bir kedi düşünebilir mi, ben meraklı bir kediyim diye? Veya diyebilir mi ki ben de böyleyim, sosyalleşmeyi sevmeyen tembel bir kediyim diye? Aslında tek farkımız bunu diyebilecek bilinç gelişmişliğimiz. Bu betimleyici özellikler de o canlının doğuştan itibaren nasıl bir hayat yaşadığı ile ona eklenmiş özellikler. Açlıkta, sokakta büyümüş bir kedi tabii ki "meraklı", "yaramaz", "hareketli" bir kedi olacaktır. Aynı şekilde izole, tüm ihtiyaçları o daha eksikliğini hissetmeden karşılanmış bir kedi de "tembel", "sakin", "miskin" bir kedi olacaktır.
Fakat bu iki kedi de her zaman sevgi ve yalnız olmadığını hissetme açlığını yaşayacaktır. Bu yüzden aslında en temel en içten gelen ihtiyacın sosyalleşmek olduğunu düşünüyorum ve bu insanlar için de böyle. İnsanlar da bu sosyalleşmek ihtiyaçları doğrultusunda toplumlar, kişilikler, iletişim biçimleri (arkadaşlık, dostluk, sevgililik) geliştirmişlerdir. Yani aslında, yaptığımız her şeyi başkaları için yapmış olmuyor muyuz bu bakış açısıyla? İnsan aslında bu yüzden insan için olmuş olmuyor mu? Kim bunu yalnızca kendim için yapıyorum dediği bir davranışın, kendisine eklediği o açıklanamayan parçanın ileri dönemde bir başka iletişimde ortaya çıkıp da bir anlam kazanmayacağını düşünebilir? Böyle bir şeyin ihtimali yoktur benim gözümde. Mağarada doğup, yalnız büyümüş, yalnız yaşayan ve ölümüne kadar asla başka bir canlıyla iletişim kurmayacak iki insan örneği düşünürsek, bu iki insanın kişiliği birbirinden ne kadar farklı olabilir? Örneğin biri extrovert, biri introvert yetişebilir mi? Bu içten gelen birşey midir? Ya da tam ömürlerinin orta noktasında hayatlarını devam ettirmek için yaptıkları davranışlarda, kişiliklerine özgü farklar olacak mıdır? Bir beslenme ihtiyacının giderilmesinde kişiliğe özgü nasıl bir farklılık olabilir? Bu kişilerden birisi, günlük rutininde bir davranışı yaparken hiç içinden ben de böyleyim diye geçirebilecek midir? Başka bir insanı görmemiş olan bir insan canlısı, zaten benlik ayırdımını nasıl yapacaktır? Diğerlerinin bazı şeyleri farklı yapabileceği düşüncesine nasıl ulaşacaktır, ve bunun dolayısıyla kendisinin nasıl yaptığını ve bunun nasıl onu diğerlerinden ayırdığını nasıl anlayacaktır?
Kişilik kavramı sosyal canlılar olmamızdan ötürü oluşmuştur demek yanlış olmayacaktır gibi geliyor bana. Bu yüzden insanları böyle değerlendirilmek yanlıştır, insanların kendilerine hayat dediğimiz bilinmezlik ve anlaşılmazlık karmaşası içinde tutunacak ve kendi algılarıyla kendilerini iyi hissettirecek ufak bir parça verebilmek için farkında olmadan yarattıkları bir kavramdan ötesi değildir kişilik. Aslolan iletişimdir. İki canlının birbirini etkileyebilmesidir ilginç olan. Geri kalan herşey bununla oluşmuş ve bununla gelişmiştir. Zira hiç ses duymadan büyüyen bir bebek, dilsiz olur.
Yani sonuç olarak, insan insan içindir. Kendim için yapıyorum kavramı yanlıştır, özlüğü ve bireyliği toplumdan ayırıp yüceltmek hatalıdır. Herkes, herkesi oluşturan bir cümbüşün kendi payına düşen kısmını yaşadığının farkında olarak yaşamalıdır. Ve herşeyden öte dikkat edilmesi gereken (ve belki de edilebilecek) tek şey, diğer canlıların hayatlarında etki yaratma yeteneğini bize veren iletişimimizdir, ve bununla ne yapmaya karar verdiğimizdir.
(Tabii aynı bakış açısıyla, bu kararın da benlik gelişimimizdeki kökenleri incelenebilir ve bunun üzerine aslında ne kadar kendi kararımız sayılabileceği de tartışılabilir, ama uzatmıyorum.)
Belki insanları sevmenin yolu (ön koşulu) kendimizi sevmekten geçmiyordur bu yüzden, kendimizi sevmenin yolu insanları sevmekten geçiyordur...
Billie Marten'e teşekkürlerimiz ile;
24 Mart 2019 Pazar
What's the kindest thing you've been told?
Youtube'da bir kadın (profili için tıktık) insanlara, onlara söylenen en kötü şeyi sorarak bir video çekip ünlü olduktan sonra bir de zıttını yapayım demiş ve bu videoyu çekmiş. Bence iyi de yapmış çünkü diğer video biraz duygusal olarak yıpratıcı, aynı zamanda insanın hepimiz biriz düşüncesini gıdıklayan cinsten, insanların acılarıyla empati yapmanı sağlayıp biraz da kişinin yalnız olmadığını hissettirerek içini rahatlatıyor. Genel çoğunluk ikinci videodan daha pozitif şeyler almış olabilir tabii ama benim için böyle olmadı anladığınız üzere. Çünkü birinci videoyu (söylenen en kötü şey) izlediğimde aklıma şimşek hızıyla iki cevap gelmişti ve bu biraz insanın ayaklarını yere bastıran bir durumdu benim için. Sanki kendimi üzen şeylerin farkındaydım ve pat diye söyleyebildim sorulduğunda. Ama ikinci video için böyle olmadı. Biraz düşünmek zorunda kaldım ve haliyle geçmişimi deştikçe birden fazla cevapla karşılaşıp duygusal bir hız trenine bindim. Ama yine de onca cevabın içinden bir tanesini evet buydu diye seçemedim ve en çok da bu üzdü beni. Evet, ben hayatımda bana söylenen en güzel şey neydi bilmiyorum.
Bunun farkına varmak aslında bu yazıyı yazdırdı bana ve biraz da eşeleyip inceleme isteği uyandırdı bende. Videoda tahmin edilebilir bir cevap olarak anne babadan duyulmuş "seninle gurur duyuyorum, seni ne olursa olsun seviyorum" cevaplarını görüyoruz. Durup düşündüğümde bu anlamda aklıma gelen çok güzel anlar oldu ama en iyisi buydu diye birini seçemedim. Bunu fark edişimle ilk üzüntü dalgasını hissettim çünkü benim için sanki cevabımın bu olması gerekirmiş gibiydi. Bilmem ne zaman annemin bana dediği şu şey, bilmem nerede babamın söylediği bu kelimeler vs gibi bir cevap, kafamdaki ideal edanın vereceği ideal cevaplardı. Bunun olmadığını görünce "acaba ben onlardan bu kadar iyi hissettiren bir şey duymadım mı?" psikolojisine girdim hemen karamsar olan benden bekleneceği üzere fakat biraz üzerine düşünmeyle aslında durumun bu olmadığını fark ettim. Aslında bu cevabı vermek biraz aile ilişkileri üzerinde sorun olabileceğini ele veriyor diye düşündüm çünkü çocuğun ailenin kabullenmesine, saygısına sevgisine ne kadar muhtaç olduğunu ve bunu aldığını anladığı ilk anın onlar için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Az çok sağlıklı bir aile yapısında büyümüş bir insanın aile desteğini hissederek büyümesinden kaynaklı olarak ailesi tarafından gurur ve sevgi duygularını hissetmeyi "arayış" olarak seçeceğini düşünmüyorum. Tabii ki bununla o duyguların değersiz olduğunu söylemiyorum, hatta en değerli, gerekli ve güzel duygular bunlardır bence kişilik gelişimi için. Sadece insanların arayışlarını, yaşadıkları psikolojik süreçler sonucunda bilinçli ya da bilinçsiz olarak oluşturduklarını düşünüyorum. Bu paragraf sıradaki paragrafı okuyunca daha net bir anlam kazanacak.
Burada insanların verdikleri cevaplar aslında hayatlarında neyi aradıklarını, neyin eksikliğini hissettiklerini ve ne olmak istediklerini gösteriyor. Yeni doğum yapmış birkaç anne ve özel bakıma ihtiyaç duyan bir kızı olan kadın cevap olarak çocuklarıyla ilgili söylenmiş cümleler seçiyorlar, çünkü onların olmak istedikleri şeyler listesinde an itibariyle iyi annelik birinci geliyor ve insanlardan bununla ilgili bir şeyler duymak hedeflerinde bir adım daha yakın veya hedeflerini başarmış hissetmelerini sağladığı için bu cümleler onlara söylenmiş en iyi şey gibi geliyor. Aile meselesi de bununla aynı doğrultuda. Buna uygun bir örnek daha, bazı insanlar kötü bir olayla karşı karşıya kaldıklarında karşıdaki insandan aldıkları empatiyi gösteren cevapları seçiyorlar. Ardından da açıklamaları şu şekilde oluyor, "bazen karşındaki insan seni hemen iyileştirmeye çalışır, bazen hemen durumun iyi yönlerini göstermeye çalışırlar ama o an duygularına bir onay almak, o hissin gerçekliğini ve normalliğini, gerçekten de ne kadar kötü olduğunun anlaşıldığını hissetmek diğerinden daha iyi geliyor". Bu cevabı veren insanların hayatlarında anlaşılma ve oldukları halleriyle kabul görme ihtiyacı içinde olduklarını hissediyorum. Bunları hissettikleri cümleler onlar için en iyiler oluyor. Video boyunca verilen her cevap için bu bakış açısı ile kişiler hakkında bir şeyler öğrenebiliyoruz bence. Ve bunu düşünmek de kendimle ilgili sorgulamalara itiyor beni, benim cevabım ne ve neden? Bir insanla anlaştığınız zaman içerisine girdiğiniz sinerjistik enerji kesinlikle çok iyileştirici ve kişinin özüne dönmesini sağlayıcı etki yaratıyor, bu nedenle az önceki cevap da güzel bir seçim benim gözümde, bu insanlarla onlar bunun farkında olmasalar bile aynı duyguyu bildiğimi ve sevdiğimi gösteriyor bana.
Bu bağlamda düşündükçe videoda verilmiş en güzel cevapların kişilere iyi birer insan olduklarını hissettiren cevaplar olduğu kanısına varıyorum. Bir adam gelişimsel gerilik yaşayan bir çocuğun annesinden "artık ailenin bir parçası" olduğunu duyuyor, çünkü çocuk o adamın ismini söylüyormuş ve bu söyleyebildiği 5 kelimeden birisiymiş. Bu adamın cevap olarak bunu seçmesi onun aslında ne kadar iyi yürekli olduğunu gösteriyor bence. Çocuk benim adımı söyledi diye sevinmiyor, ailesine bu mutluluğu yaşatıp onlardan yansıyıp geri gelen sevgiyi ve teşekkürü hissettiği için bunu seçiyor. Emeklerinin karşılığını almış hissetmiş oluyor belki de bir derece.
Tabi en güzel cevap buydu diyerek diğerlerini çöpe atmıyorum. Bir kız annesinden duyduğu "kendini affet" kelimelerini seçiyor cevap olarak. Sanırım en çok bu kız ile özdeşleşiyorum. Duyduğum cümle olarak değil ama bu cevabıyla şuan içerisinde olduğu mantaliteyi çok açık bir şekilde dışa vuruyor ve ben onunla bu duygular içerisinde bağ kuruyorum. Kendi içinde düştüğü çelişkilerin ona çektirdiği sıkıntıların, çok yakını tarafından fark edilmiş olması ve bu kötü düşüncelerden kurtulmasının istendiğini görmek o kız için (ve benim için de) kendi sırtına yüklediği ağırlıkları azaltıyor, hayatının bundan daha değerli olduğu ve değer gördüğü hissini veriyor.
Yazıya başlarken düşününce aklıma gelen cevaplardan bahsedeceğimi sanmıştım fakat nerelere geldik. Olsun devam edelim, yazı yazarken en korktuğum şey düşünce trenimi kaçırmak oluyor. Sanki simste size bir görev verilmiş de tam yapacakken iptal etmişler gibi bir his bu treni kaçırmak. Sanırım şuanda da kaçan treni yakalamak ya da yakaladığım trenden kaçmak için araya boş bir paragraf giriyorum.
Hız trenini ve kendi hissettiklerimi açıklamak gerekirse, aileyle ilgili düşündüğüm zaman abim ile yaptığımız konuşmalardan birkaç parça geliyor aklıma. Onunla aramdaki empatinin yüksek olduğunu bildiğim ve onun fikirlerine gerçekten değer verdiğim için bunları seçtiğimi fark ediyorum, bu benim içimde pozitif duygular yaratıyor. Bu trenin yükselmesi. Fakat biraz daha düşündüğümde aklıma çok başarılı olduğunu düşündüğüm bir hocamdan yüzüme değil de arkamdan söylenmiş "bu kızın çok başarılı olacağına eminim" kelimeleri geliyor ve eek! tren negatife düşüyor. Neden diye merak edebilirsiniz, bu iyi bir şey değil mi diyebilirsiniz ama benim kadar gelecek kaygısı yaşayan bir insan için bu çok karışık duygular uyandırıyor. Bir yandan ihtiyaç duyduğum özgüveni veriyor, bu özgüven ya yapamazsam kaygısını taşıyor yanında, ayrıca çok büyük bir insan olarak gördüğüm birinden duymak ayrı bir sorumluluk yüklüyor omuzlarıma ve sınavıma 4 gün kala youtube'da gezdiğimi fark edip şimdiye kadar yapmış olmam gereken ama yapmadığım her şeyi hatırlatıp beni aşağı çekiyor. Kısacası potansiyel olup da benim bunu kullanmadığım düşüncesini yüzüme vuruyor ve suçluluk duyguları yüklüyor üzerime. O yüzden bunu da seçemiyorum en iyi diye, aramaya devam ediyorum.
Birkaç insan "güzellik algısı" üzerine cevaplar veriyor, benim bir kulağımdan girip birinden çıkıyor. Bunu fark etmek bana bir pozitiflik yüklüyor, demek ki çok da takmıyorum bunu ben dedirtiyor. Erkek arkadaşımdan duyduğum birkaç söz takip ediyor bunu, dış güzellik değil de davranış hal ve tavırlarla ilgili olan güzel sözler, vınnn tren yukarı çıkıyor düştüğü yerden, bana kendi davranışlarıma ne kadar önem verdiğimi anlatarak.
Erkek arkadaşımla durmuyor bu konu arkadaşlıklarıma da geçiyor. Burada vermek istediğim bir örnek var kendimi daha iyi açıklamak için, lisede çok sevdiğim bir arkadaşımın başıma gelen bir olay sonrasında söylediği şu sözleri geliyor aklıma, "koskoca kız yurdunda bunu yapacak tam adamını bulmuş, birtek sen bu kadar sakin kalabilirdin buna." İlk bakışta bir iltifat gibi gelmese de o zaman bana o kadar iyi hissettirmişti ki bu laf, hala daha aklıma ilk gelenlerden biri oluyor. İyi etkilemesinin sebebini ise şöyle yorumluyorum, sakin ve tepkisiz olmayı çoğu insan tercih etmeyebilir ama ben erdemlilik olduğunu düşünüyorum ve bana fark etmeden erdemli davrandığımı kanıtlamış oluyor bu cümle.
Yükseğe çıkmış tren iyice yükseliyor derken bam! diğer videoya (en kötü olan) verdiğim cevabın da aslında lisede bir arkadaşımdan gelen bir cümle olduğu geliyor aklıma. Tren yere çakıldı. Utanmayıp o cümleyi de yazacağım okuyan kişinin benimle ilgili daha geniş bir fikre sahip olması için. Çok küçüklükten tanıdığım, çok çok değer verdiğim, sosyal açıdan gelişme zamanlarımda kendime bir dayanak noktası olarak tuttuğum çok yakın arkadaşımla son bir yıldır çeşitli sebeplerle aramız açılmış, bir yıl sonra birden iletişime devam etmeye çalışıyoruz derken şunları duyuyorum, "Çok mutsuzdun o yüzden gelmiyordum yanına, şimdi daha mutlu görünüyorsun". Vay be dedirtmişti bana o zaman da, hala da dedirtiyor hatırladıkça. Bu kelimeler bende çok etki yaratıyor, ileride çok farklı düşüncelerimin tohumlarını oluşturuyorlar belki de. Ne yazık ki fidan verdiği düşüncelerin çok olumlu olduğunu söyleyemeyeceğim. Ama o fidanların sonucu kendimi daha iyi tanımaya başladığımı söyleyebilirim.
Bireyselliği fark ettiren hatıralar sonucu aslında kabul görmeyi de ne kadar değerli tuttuğumu görüyorum tren dipte yavaş yavaş giderken. Olsun diyorum bir yerde, kimseyi yargılamıyorum herkes kendi çizgisini yaşıyor bu hayatta, yakın geçmişte samimileştiğim insanları hatırlarken. Bu insanlarla daha çok iletişim kurmalıyım, onları hayatıma almalıyım eğer isterlerse diye düşünüyorum ve onlara mesaj atmayı yazıyorum aklıma. Tren normal hattına geliyor, üzerindeki güçler eşitlenince sabit hızla sürtünmesiz bir ortamda ilerlemesine devam ediyor.
Videonun sonunda bir adam çıkıp bilmiyorum aklıma gelmiyor diyor, insanlar daha çok iyi şey söylemeli toplumda bunun eksikliğini çok çekiyoruz diyor ve ben adamdaki cevabını bulamamış olmanın verdiği burukluğu içimde hissederek güzel toparlanmış bir video olduğunu düşünüyorum. Linkini buraya , kendisini aşağıya koyuyorum. Lütfen izleyin. Bahsettiğim bakış açısıyla bakarsanız kendinizde belki görmediğiniz bir şey görmenizi sağlayabilir.
Okuyan ve bunu benimle paylaşan herkese teşekkür ederim.
Bugünlük bu kadar.
Bir sonraki olursa orada görüşmek üzere.
13 Eylül 2018 Perşembe
Gereksiz Yazı -1-
İçimden yazı yazmak geldiği bir güne daha hoşgeldiniz. Bugünkü yazımın konusunu şuanda ben de bilmiyorum, hani bazen kendi kendinize düşünürken laf lafı açar ya, işte öyle yazarken laf lafı açar diye umut ediyorum. Biraz şuanki mentalitemden bahsedeyim. 10 saat ders gördüğüm bir günün ardından 15 Temmuzdan beri umutsuzca benim onu temizlememi bekleyen evime geldim. Yaklaşık 2 hafta önce getirmiş olmama rağmen hala yerleştiremediğim kıyafetlerim yatak odamda valizimde dağınık bir şekilde dolaba girmeyi hayal ederek bekliyorlar. Ayrıca gelirken abimin düğününden dolayı çok yorgun olduğum için kediyi de getiremedim bu yüzden tüm camlarım açık. Geçen hafta abimlerin ziyareti sonrasında henüz ellenmemiş olan misafir odam da uzaktan bana bakıyor. Ama en azından mutfağım temiz, en önemlisi o değil mi?
Havalar da sanki bu aralar benim ruh halimle senkronize hareket ediyor. Şuanda günlük güneşlik ve güzel fakat günün belirli dönemlerinde aniden fırtınaya dönüşebilir. Kararsızlığı doğadan öğrenmişim.
Okulda aldığım son ders Davranış Bilimleri dersi idi. 54 kişi olan sınıftan bu derse kalan sadece 5-6 kişiydik. Evet herkes yorgundu falan filan, ama bence bu toplumun aslında duygulara ve davranışlara ne kadar değer verdiğini gösterdi. Sadece %10 insanın aslında o an senin neler hissettiğine dikkat ettiği bir toplumda hayatta kalmaya çalışıyoruz yani. İlginç değil mi? The struggle is literally real. Ders içeriğini merak edenler için psikiyatri benim işim yeaa gibisinden anlaşılmak istemiyorum fakat biraz kendi üzerine düşünen, psikiyatrik hastalıklar üzerine düşünen ve ömründe bir kere psikiyatriste gitmiş bir adamın bilmeyeceği birşey yoktu. Yine de zihinden zihine akım duygusunu hissetmeyi sevenler için güzel bir dersti tabii ki. Dili bilip konuyu bilmeyen, konuyu bilip dili bilmeyen hocalardan alınan dersler arasında temiz bir nefes.
Tıp fakültesinde 3. senem sanki yoğun başladı. Aslında şimdiye kadarki yıllarım içinde akademik olarak en hafifi olmasına rağmen sanırım yazın bulduğum kendimle değişmem sonucunda sorumluluk bilincimin artmasıyla hepsini bir ayrı ciddiye almaya başladım. Sabah derslerinde girme konusunda birinci ve ikinci sınıfım içinde rekordayım. 2 haftadır her gün ilk derslere katılıyorum. Benim için motive edici ve güzel bir gelişme. Ayrıca diğer akademik işlerimi de çekinmeden ve ertelemeden yapmaya çalışıyorum ki bu da çok sevindirici. Henüz istediğim noktada değilim fakat bugün yapmayı planladığım iki şeyden birini yaptım, komite olsa 50 almıştım. Önümüzdeki komite toparlarım.
Bu pozitif gelişmelerle kendimi birer birer sağlıklı hayata geçirmeye çalışıyorum. En azından artık vakti geldiğini düşündüğüm için yeni hedefim bu. Daha fiziksel anlamda yolun çok çok başında olmama rağmen aslında zihinsel anlamda sonunda da sayılırım. Ya da sayılmam, bilmiyorum, sonuçta kimse yolun nereye kadar gittiğini bilmiyor.
Ortaokulda çocukların zorunluluktan yazdığı günlüklerin ötesine geçemedim bugün sanırım. Demek ki ortalığa saçamayacağım çok şey olduğunda kafamda blog da fayda etmiyor, laf lafı kafamda açsa da blogda açamıyor. Belki kendimi geliştirme yolunda yaşadıklarımı yazarım, belki yeni edindiğim hobileri yazarım buraya. Belki de yazmam.
Kafamın içinin dağınıklığını en güzel bu blog anlatıyor aslında. 2 senede bir girip anlamsız şeyler döküp çıktığım sayfa. Kimisi manik kimisi depresif. Her seferinde yeni heves, her seferinde yeni motivasyon, her seferinde yeni hobiler. Halbuki biliyorum hepsinin ömrü en fazla 2 ay sürüyor. Ne diyeyim, ben daha iyisini yapabilene kadar en iyi durum mevcut durumdur.
Hadi görüşürüz 2020de herhalde. nose exhale.
2 Şubat 2017 Perşembe
The best reason to be yourself is because everybody else is taken.
Bugün yine içimden geldiği için yazdığım bir yazıyla karşı-karşıyayız. Yazının sebebi ise şuanda hissettiklerim, ne diyecek olursanız, şubat tatili sonrası eve dönünce ne hissediliyorsa o. Ama farklı bir yanı var bende çünkü ben bu yaz yatay geçiş yaptım. İçimden geçen mesleğe, küçüklüğümden beri oynadığım, hastanelerde oymuş gibi dolaştığım, hayal ettiğim, okuma yazma bilmezken kitaplarını okuyormuş gibi yaptığım mesleğe, hekimliğe. Karşıma çıkan her doktorun HAYIR* demesi ile sonuçlanan 3 senemin sonunda yine de kendimi dinledim ve geçtim. İnanın ki hiç pişman değilim. İnsanın hayatı sevmemesi çok felaket birşey ve istemediğin hayalini kurmadığın mesleğin fakültesinde okurken başına gelen tek şey hayatı sevmemeyi öğrenmek. Umarım bunu şuan okuyan kimse bu duyguyu anlamıyordur. Anlayan varsa da onlara içlerinden geçen mesleğe geçiş yapmalarını tavsiye ederim.
Evet okulu sevmiyorum-klasik. Ama öğrenmeyi seviyorum. Belki de bu hayatımda 5 senelik ailemden ayrı yaşama sürecim içinde ilk defa okulun açılmasına sevindiğim seferdi. Çünkü her okul günü beni insan vücudunu öğrenmeye bir adım daha yaklaştırıyor. Belki de bu yüzden bu sefer çok daha çabuk alıştım uzak kalmaya. Tabi bir de ev arkadaşlarıyla kötü tecrübeler kısmı bu sene olmadığı için iç rahatlaması da mevcut. Meğer farkında olmadığımız ne kadar çok etkiliyor yolculuk psikolojimizi.
Sevin arkadaşlar ya, hayatı sevin. Sevin ki kendinizi bulmaya bir adım daha yaklaşın. Eminim ki bir insanın kendisine en yakın olduğu anlar mutlu olduğu anlardır. Bir şeye içten güldüğünüzde bunu hissetmiyor musunuz siz de? Sanki o an benlik duygusu çarpıyor insana. Sadece bana mı oluyor?
Mutsuzluk öyle bir bela ki peşinden boş işlerin-kişilerin etrafında dolanıp durmayı getiriyor. Çıkarın o kişileri hayatınızdan. Hiç de birşey olmuyor ben garanti veriyorum. Yenilerini alın, iyilerini alın. Hobilerinizi keşfedin, kimseye özenmeyin. "The best reason to be yourself is because everybody else is taken."(Kendin olmanızın en önemli gereği diğer herkesin kapılmış olmasıdır.) Yeni prensibim budur arkadaş. Herkese de tavsiye ederim.
Kötü şeylerden korkmak beraberinde kötü şeylerden korkmayı getirir sadece. Halbuki iyi şeyler düşünmek ardından binlerce farklı iyi düşünce getiriyor. Bunu görmek her zaman kolay olmuyor ama en azından gördüğümüz zamanların değerini bilsek yeterince kardır. Ben de şuan bunu görüyorum ve içimden geldiğince keyfini çıkartıp sizinle paylaşmak istiyorum.
Farklı olmanın sıradanlaştığı zamanlarda yaşıyor olmak bu yazımla ters düşüyor belki ama bu sadece bizim ülkemizde geçerli. Farklı olmak demek ne demek ki? Zaten herkes farklı bunu insanlar niye kabul etmiyor ve sıfat olarak başkalarına kullanıyor? Bizim ülkemizde insanların farklı olarak algıladığı şey sadece alışık olunanın dışında olan, belli şeylere cesareti olan belli bir tip (Batı tarzına, dövmelere, çıplaklığa, bazı fikir akımlarına vs.). Farklı olduğunu düşünen ve bunu milletin gözüne sokmaya çalışan herkesin instagram sayfası bile aynı (Şuan bunu okuduktan sonra herkesin gözünde canlanan o sayfa). Herkesin kafasında yer ediyor- şunlar farklı, bunlar sıradan. Tanıdığım FARKLI insanların çoğunun ise instagramı bile yok. Elbette bu instagramı olan herkes aynıdır demek değil. Zaten sosyal medya konusuna girersem kendimle bile çelişen fikirlerle doluyum, onu başka yazıya saklıyorum. Birkaç çok sevdiğim farkını sosyal medyada da belli eden arkadaşımı meclisten çıkartıyorum burada.
Neyse demem o ki bu durum heryerde böyle değil. Siz kendiniz olun, farklı olmaya da çalışmayın. Kendiniz olunca varsa eğer bir farkınız o ortaya çıkar zaten(ki herkesin olduğuna göre kararı size bırakıyorum). Bazı bulunduğum ortamlarda herkes o kadar kendinin farkındaydı ki herkes farklı ve herkes uyumluydu aynı zamanda. Sonuçta sıradan dediğimiz insanlar da farklı bunu demeye çalışıyorum. Zaten tanıdığım farklı kategorisine koymadığım her insan da kendileri olmayanlar, bazı şeylere özenenler.
Amaan kısacası söylemek istediğim şey yaptığı işe özellikle bir fark koymaya çalışan adam yaptığı işe bilmeden koyduğu kendi farkını kaybeder. Bunca satır yazı bunun içindi yani. Bunun farkına varmamla içimden gelen çoşkuyu buraya dökmemdi. He bir de mutlu olmak-o önemli. Zaten bunlar birbirini takip eden şeyler. Bu yazıyı buraya kadar okuyan herkese teşekkür ediyorum ve birkaç şarkı önerisinde bulunmak istiyorum. Bunların hepsi en sevdiğim şarkılar değil ama bu yazıyı yazarken dinlediklerim, buyrun efendim;
Dipnot: Yazarken şarkılardan etkilendiğim bariz.
Bi de kedişimin resmini koycam şuraya:
Maşallah deyin yazık hayvana benim yüzümden nazar değmesin. Görüşmek üzere.
26 Kasım 2016 Cumartesi
İlk Stop-Motion Denemem ve Annemin Tarifleri
Bu blogda da bundan bahsetmek ve göstermek istedim size. Aşamaları anlatmam gerekirse ilk önce birkaç renkli kalem ve bir uygun defter temin ettim kendime. Stop motion da girince işin içine bir tripot ve kamera da kullanmak zorunda kaldım, cep telefonumu sabitleyemediğim için. Tabiki düzgün bir ışıklandırmam yoktu, ama olsundu, güneşli pencerenin önünde yemek masam vardı. Youtubeda birkaç stopmotion for starters tarzı videolar izledikten sonra işi kaptım ve işe koyuldum. Tek tek tek tek tek çektiğim, ışıklanması odaklanması ve hizalanması birbirine uygun olsun diye dikkat ettiğim 72 adet resim oldu istediğim hareketleri yaptığımda ve bu resimleri düzgün sırasıyla bilgisayarımda bir edit programıyla birleştirdim, arkaya da bir müzik attım youtube'un ücretsiz müzik kütüphanesinden. Ortaya bu video çıktı ve ben de çok memnun oldum. En azından Photography ve Editing becerilerime +1 puan heheh.
Daha aktif kullanmayı umduğum ileriki blog haftalarında görüşmek üzere!